Monday, 12 May 2008

KTOEÖS- LAÜ EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN YÜKSEKÖĞRETİM DEKLARASYONU

KTOEÖS- LAÜ EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN


(Türkiye, Eğitim-Sen ve KKTC, DAÜ-Birsen’e Teşekkürlerimizle)

Bizler, LAÜ yönetiminin baskıcı ve keyfi uygulamalarına karşı örgütlü bir mücadele oluşturmak ve Anayasal hakkımızı talep etmek için KTOÖES’de biraraya geldik. Aşağıdaki metin bu iradenin bir ürünü olup, LAÜ’de yaşadıklarımıza herkesin tanıklığı ve desteği için bir çağrıdır. Sizleri bu üniversite yönetiminin LAÜ’yü yönetmekten ne anladığına ortaya koyan ama ‘eğitim-öğretim’ ilkeleriyle ve ‘üniversite’ adıyla hiçbir şekilde bağdaşmayan uygulamalarından bazılarına tanıklığa çağırıyoruz:

  1. LAÜ’de hiçbir akademik organ ya da kurul, akademik kurallar ışığında bağımsız iş yapabilme olanağına sahip değildir. Zaten bu kurulların çoğu, Senato da dahil olmak üzere, akademik kural ve teamüllere uygun şekilde oluşturulup toplanmamaktadır. Tüm akademik kurullarda üst yönetim kendi yandaşlarını esas karar verici kılma yönünde ve tümüyle keyfi uygulamalar yapabilmektedir. Bunun bir örneği, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde çalışan tam kadrolu profesörlere rağmen Dekan Vekili olarak akademik işlerden sorumlu Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Gazi Özhan’ın eşi Doç. Dr. Meral Özhan’ın görev yapması durumudur. Yine, konferans katılımları ve destekler konusunda hiçbir seçim olmadan tümüyle keyfi bir şekilde oluşturulan kurulun başta Prof. Dr. Gazi Özhan –kuruldaki tek sosyal bilimcidir- ve kendisine yakınlığı ile tanınan Prof. Dr. Hüseyin Oğuz olmak üzere üç kişiden oluşması ve Özhan’ın bu konuda tek karar verici olarak hareket edebilmesi durumu da bir başka örnek olarak sayılabilir. Böylelikle bu kurul yalnızca üniversite yönetiminin yandaşlarına konferans/kongre katılımlarında mali destek olanağı sunar şekilde işletilmektedir. Bu durumlarda konferans katılımcısı akademisyenler bilgi isteme yoluna gittiklerinde akademik adabın çok dışında muamelelere maruz kalabilmektedirler. Zaten bu türden baskıcı ve onur kırıcı uygulamalar yalnız bu konuda değil pek çok başka konuda da karşılaşılan esas tavırı oluşturmaktadır.

  1. Yönetim işten çıkarma ve işe alma konularında yine tamamen keyfi ve baskıcı bir tavır sergilemektedir. İşten çıkarmalar konusunda herhangi bir açıklama göstermeme keyfiyeti pek çok çalışanı, kaderleri birkaç kişinin elinde olduğundan, baskı uygulamalarına karşı ne yapacağını bilemez hale getirmiştir. Nitekim geçen akademik yıllarda işten çıkarılan ve yerine işe alınan ama yine işten çıkarılan pek çok akademisyen örneğinden söz edilebilir.

  1. Akademisyenler çalışma koşullarının belirsizliğinden rahatsız durumdadır. Toplam ders yükleri ve mesai günleri konusunda belirli bir düzenleme olmadığından bu konuda üniversite düsturuna aykırı uygulamalar –Cumartesi/Pazar günleri aniden işe çağrılma ve gelmek zorunda bırakılmak, hiçbir ek mesai ödemesi olmadan akşam saatleri çalışmak durumunda bırakılmak, haftada yirmi saatin çok üstüne çıkabilen ders yükleri gibi- söz konusudur..

  1. LAÜ yönetimi olarak tanımlanan grup Rektör, iki Rektör Yardımcısı ile Mütevelli Heyeti Başkanı’ndan oluşmaktadır. Tüm kararlar neredeyse tümüyle bu üçlü tarafından alındığı gibi, Mütevelli Heyeti ya da Senato onayına sunulmadan uygulamaya koyulmaktadır. Ancak Mütevelli Heyeti’nin kompozisyonu da sorunludur. Örneğin, heyetteki görev süresi Aralık 2007’de dolan Hatice Çavlan’ın yerine kimse atanmamıştır. Daha da önemlisi, Hatice Çavlan’ın ilk ataması da -Vakıflar Müdürü olduğundan- atayan ve atanan kişinin kendisi olması gibi bir usülsüzlüğe dayanmaktadır. Hatice Çavlan, Mütevelli Heyeti Başkanı Eren Adataş’tan sonra heyet içinde Rektörlüğe yakın diğer isimdir.

  1. Bir başka önemli nokta ise, doktorasının YÖK geçerliği olup olmadığı meçhul Yard. Doç. Dr. Akın Cellatoğlu’nun Rektör Yardımcısı olarak görev yapması yanında, Üniversite Genel Sekreteri, Satın Alma Müdürü, Bilgi İşlem Daire Başkanı gibi görevleri de yüklenmesi, aynı zamanda ihale komisyonunda da birden çok ünvanı taşıyarak yer almasıdır. Henüz pek deneyimli olmamasına rağmen taşıdığı ünvanlar Cellatoğlu’nun kendisinden daha deneyimli olan akademisyenlere tavrı açısından da, en hafif ifadesiyle, ‘sorun’ oluşturmaktadır.

  1. Üniversite yönetimi burada ayrıntılarına girilmesi mümkün olmayan ve, hafif ifadesiyle, ‘usulsüz’ pekçok uygulamasını sürdürmede ve öğretim elemanlarını baskı altında tutmada, öğrencileri devreye koymaktan çekinmemektedir. Öğrenci odaklı olduğunu iddia eden yönetim, öğrenciyi hocasına karşı kışkırtmanın bugüne dek çeşitli örneklerini vermiş; öğrencilerin duyarlılığı olmasa çok daha kötü sonuçlanabilecek pekçok olayın mimarı olmuştur. Şu anda aynı oyun, öğrencilerin bizlere destek vereceğinin farkedilmesiyle birlikte tekrar oynanmaya çalışılmaktadır. Bu oyuna gelmeyen, genç oldukları için kullanılabilecek bir araç olarak görülmeyi reddeden öğrencilerimizi kutlamayı da borç biliriz.

  1. Üniversite yönetim yandaşlarına ek ücret sunma olanağı olarak işleyen “uçan hocalık” sistemi de bu yönetimin ‘eğitim-öğretimden’ ne anladığının iyi bir göstergesidir. Bu bakımdan, Doç. Dr. Ayşe Akyol örneğindeki gibi üniversitede kolay rastalanamayacak durumlarla karşılaşılmaktadır: Akyol, her hafta sonu toplam 18 saat ders vermek üzere KKTC’ye uçmakta, hatta LAÜ yurt-dışı tanıtımları için görevlendirilmekte ve her ay yedi milyarın üzerinde olduğu sanılan bir ücret almaktadır; bu durumun, Akyol’un, aynı ünvana sahip ancak haftalık ders yükü çok daha fazla olan tam zamanlı bir akademisyenin maaşının iki katından fazlasını alması demek olması yanında, Akyol’un Pazarlama Bölüm Başkanı ünvanıyla görev yaptığı Trakya Üniversitesi’ndeki işlerini takip edebilmesi açısından da sakıncalar yaratabileceği açıktır. Belki, LAÜ’de çalışan akademisyenler açısından daha da vahim olanı, dekan ve bölüm başkanları dahil olmak üzere hemen hepsi çoğunlukla haftasonlarında ders veren “uçan” akademisyenlerin “her türlü ihtiyaçlarını temin etmek” üzere hazır bulunmaları gerektiği yolunda bir ifade de içeren ve hakaret niteliği taşıyan bir Rektörlük yazısının muhatabı durumunda kalmalarıdır.

  1. Akademik işleyişteki tüm bu sorunlar yanında, son zamanlarda gazete ve diğer medyada oldukça ses getiren yolsuzluk haberleri ise üzerinde ayrıca durulması gereken bir konu olmakla birlikte, burada yalnızca akademik nitelikteki sorunlarla sınırlı kalmaya özellikle dikkat gösteriyoruz. Ancak bu yolsuzluk iddialarının akademik işleyişe dair –örneğin, kütüphanedeki kaynak sayısının yok denecek kadar az olması, öğrenci ve akademisyenlerin internet erişiminin sınırlı ve sorunlu olması ve fakat Üniversite’nin ortasına saat kulesi dikilmesi gibi- pek çok bileşeni de var gibidir.

Yukarıda yalnızca birkaç tanesi sayılan ama burada tümden dökümü imkansız ve de anlaşılması hiçbir üniversite mantığında mümkün olmayan uygulamaları eleştirmek yönünde her çaba, çok katı ve keyfi karşılık bulmakta; genellikle eleştiri sahibinin istifaya zorlanması ya da “akademik personel disiplin yönetmeliği”nin işletilmesine de lüzum duyulmadan işine son verilmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu üniversite yönetimi sırasında en az otuz kişi bu şekilde işten çıkarılmış ya da istifa etmek durumunda bırakılmıştır.

Artık bu duruma dayanamayan pek çok akademisyen KKTC’deki anayasal hakkını kullanmaya, tek tek uğradıkları haksız muamelelere karşı örgütlü mücadele yolunda ilerlemeye kararlıdırlar. Bu karara yönetimin ilk verdiği tepki, işten çıkarma, istifaya zorlama, görevden alma, tehdit ve baskının artmasıdır. Bu örneklerden biri, 2007/2008 akademik yılı başında büyük iltifatlarla göreve başlamış Prof. Dr. Erdal Türkkan’ın kendisine hiçbir gerekçe sunulmadan işten çıkarılmasıdır (Türkkan, İşletme Bölüm Başkanı olarak da görev yapmaktaydı; işten çıkarılan bir başkası da Gazetecilik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Filiz Seçim’dir). Bu durumun sorgulanması üzerine basına, kendisinin sendika üyesi olması nedeniyle değil, akademik yetersizliği nedeniyle işten çıkarıldığı açıklaması yapılmıştır. Bu açıklamaları yapanların ise ya hiçbir akademik ünvanları ve deneyimleri yoktur ya da ünvanları şaibelidir. Türkkan işten çıkarılmasının hemen sonrasında, kendisine ofisini boşaltması yönünde herhangi bir süre gösterilmediği halde Üniversite’ye –giriş kapısına ‘aranıyor’ ilanlarına benzer şekilde, Doç. Dr. Seçim’le birlikte fotoğrafı asılarak!- girmesine engel olunmuş, odasını boşaltmak istediğinde kilidin değiştirilerek eşyalarının bir kısmının kendi rızası olmadan toplandığını öğrenmiştir. Bu, akademik adabın ve üniversite mantığının ne kadar dışında kalındığının görece ‘önemsiz!’ örneklerinden biridir. Böylesi muamelelerin –en son bir protesto çabasında fiziksel saldırı tehtidiyle karşılaşmak gibi- örneklerine dayanamayan ve yönetime karşı dava açmış bulunan Türkkan, şu anda Türkiye’de ‘Rekabet Kurulu’nda görev yapmaktadır.

Uygulamalara karşı çıkan sendikalı akademisyenler bugüne dek kurumun saygınlığına gölge düşürmemek adına ve konunun çözüme ulaşacağını umarak tepkilerini kontrol altında tutmayı tercih etmişlerdir. Nitekim, akademisyenlerin bugüne dek gerçekleştirdikleri tek protesto eylemi, vize sınavlarına denk düşen bir dönemde greve gitmek olmuştur. Ancak, öğrencilerin eğitim alma hakkını savunmak ve dersleri aksatmamak amacıyla titizlikle seçilmiş bu protesto, son derece sert bir karşılık bulmuştur. Hayatı boyunca bu türden bir protesto deneyimine sahip olmayan ve bu nedenle de son derece naif bir protesto gerçekleştirmiş çoğu kişi yine hayatı boyunca göremeyeceği bir muameleyle karşılaşmış durumdadır. Vize sınavlarının önemli bir kısmının yapılmadığı söz konusu hafta öncesinde ve sonrasında, bizler öğrencilerimize sınavlarımızı en kısa zamanda yapma sözü vermemize karşın üniversite yönetimi sınav takvimini kendisinin ilan edeceğini belirtmiştir. Yönetim, uzun bir süre sınav takvimini, öğrencilerin ve bizim tüm ısrarlı sorularımıza karşın, açıklamamıştır. Bunun üzerine bizler öğrencilerimizi, en kötü ihtimalle, vize sorularını final sınavına ekleyeceğimizi belirterek rahatlatmaya çalıştık. Sanırız buna da meydan vermemek üzere, iki gün önce Üniversite yönetimi, finallerden yalnızca bir hafta öncesine ve öğrenci şenliğine denk düşecek, hafta sonunu da kapsayarak 19 Mayıs’ta ailelelerinin yanına gitmeyi planlayan öğrencileri de mağdur bırakacak şekilde 14- 17 Mayıs tarihlerini vize dönemi olarak ilan etmiş bulunmaktadır. “Öğrenci memnuniyeti” odaklı yönetim anlayışına sahip olduklarını savunan yöneticiler, öğrencilerin maruz kalacağı açık mağduriyete rağmen, konuyu zorbalıklarını devam ettirme ve bize karşı en sert tepkiyi sunabilme konusunda bir iddia konusu yapmış görünmektedirler Şu anda, öğrencilere, bizlere final sınavlarını verme hakkı tanınmayacağı, esasen işimize son verildiği, ‘Öğrenci Konseyi’nin gerçek söz sahibi olacağı bir komisyon tarafından notlarının verileceği söylenmektedir. Bir dönem boyunca dersleri bizden almış öğrencilerimize, bizim artık LAÜ’de çalışmadığımız ve komisyonla (ki, komisyonun sınav soru ve cevaplarını önceden öğrencilere vereceği de söylentiler arasındadır ancak böylesi bir silahın öğrenciyi yönetim yanlısı olmak konusunda nasıl zorlayacağı da açıktır!) notlarının verileceği iddia edilmektedir. LAÜ, şu sıralarda ‘üniversite’ tanımlaması bir yana, zorba şeriflerin idaresindeki Texas kasabasını anlatan eski kovboy filmlerini andırır haldedir.

Tüm bu haksızlıklara karşı kamuoyunun tanıklık ve desteğini talep ediyor ve “artık yeter!” diyoruz...

Ve... Biz, LAÜ’deki KTOÖES’liler şunları deklarasyonumuzda özellikle belirtiyoruz:

  1. LAÜ yönetimi, üniversiteyi ve her türden eğitim/öğretim kurumunu varedenin öğrenciler ve eğitim-öğretim emekçilerinin çabaları olduğunun bilincinde değildir. Bu yüzden tanıtım faaliyetleriyle üniversiteyi ambalajlayıp satışa sunulacak bir ‘meta’, öğrenciyi de müşteri zannetmek gafletine düşmüştür.
  2. Öğrencileri ve üniversitede emek verenleri kendilerinin emir eri sananlara, üniversitenin evrensel kültürün ve eleştirebilen bir aklın varolduğu bir kurum olduğunun hatırlatılması gerekmektedir. Hiçbir yönetim anlayışı bu kültür ve aklın oluşmasına engel olmaya kalkmamalıdır; kalkamaz..
  3. Üniversiteyi içi boş bir kutu gibi ambalajlayarak satmaya kalkanlarla, toplumun eğitim ve bilime olan güveninin sarsılmasına yol açılmaktadır. Oysa üniversitelerin ulusal ve uluslararası boyuttaki sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmelere dair bilimsel bilgi üreterek bunu toplumla paylaşma görevleri vardır. Üniversite ve diğer eğitim kurumları her türlü tahakkümden arınmış, demokratik bir tartışma ortamını geliştirmek ve bundan toplumun yararlanmasını sağlamakla görevlidir. Toplumun kendisini anlama şekli, kültürel anlayışların korunması ve dönüştürülmesi, toplumsal düşünün etkilenmesi üniversitenin temel ve vazgeçilmez görevlerindendir.
  4. Üniversite toplum katında saygınlığını artırmak ve toplumla bağlarını güçlendirmek için ülke ve toplumun sorunlarına duyarlı ve onlara yönelik çözümler üretme çabasında olmalıdır.
  5. Üniversite ve akademisyen özerkliği önemlidir. Akademik özgürlüğün, ifade özgürlüğünün ve üniversitelerde çalışanların özgür iradesinin sağlandığı bir sistemin oluşturulması gereklidir. Böylesi bir sistemin gereği olarak da öğretim elemanları, öğrenciler, işçiler ve memurların örgütlü yapıları üniversitede mutlaka yer almalıdır.
  6. Atama ve yükseltme kriterleri, yönetici inisiyatiflerine değil yayın kalitesine, ne ölçüde bilgi üretildiğine, yayının yarattığı bilimsel etkiye ve toplumsal katkıya göre belirlenmelidir.
  7. LAÜ, zihniyeti ve fiziksel mekanları ile halka kapalı ve öğretim elemanını izole eden yerler haline gelmiştir. Üniversitenin bulunduğu yerle ilişkiye geçmesini ve halkla buluşmasını sağlayan her türlü çaba birincil önemde olmalıdır.
  8. Üniversitede, etnisite ve cinsiyet başta olmak üzere her türlü ayırımcılığa son verilmelidir. Bu amaca yönelik kurullar ve enstitüler oluşturulmalıdır.
  9. Üniversitenin tüm emekçilerine, işçi ve memurlara insanca yaşayabilecekleri bir ücret verilmelidir.
  10. Tüm üniversite emekçilerine iş güvencesi sağlanmalıdır.

Tüm bunların esası için: Üniversitelerde hiyerarşik ve eşitsiz ilişkilere, itaat ve korku kültürünü yaygınlaştırarak akademisyenleri kişiliksizleştiren her türlü uygulamaya son verilmelidir. İşsiz kalma korkusu, akademisyenlerin pekçok keyfi ve anti-demokratik uygulamaya boyun eğmesi ve sindirilmesiyle sonuçlanmaktadır. Böylelikle, sistemin istediği pasif ve itaatkar akademisyen tipi yaygınlaşmaktadır. Bizler, bize dayatılan bu anlayışı sendikalanarak ve tek tek itiraz edemediğimize hep beraber karşı koyabilmenin bilinciyle KTOÖES’de biraradayız. Sesimizi duyanları mücadelimize desteğe çağırıyoruz...

No comments: